Toplum olarak çaya yaklaşımımızla ilgili söylemek istediğim bir şeyler var…

 

Öncelikle, Türkiye açık ara farkla dünyada kişi başı çay tüketiminin en yüksek olduğu ülke. Çayın; Çin’de keşfedilmesinin milattan önceye dayandığını, bizim ülkemizde ise Cumhuriyet Dönemi’nden sonra çay üretiminin ve tüketiminin yaygınlaştığını düşününce çayı dünyadaki diğer ülkelere kıyasla ne kadar hızlı benimsediğimizi ve gerçekten “çaykolik” bir toplum olduğumuzu anlayabiliriz. Ancak çayın erken yayıldığı ülkelerde çay için disiplin, ustalık gibi kavramlar vazgeçilmez elementlerken bizim için çay deyince akla daha çok muhabbet ve paylaşım geliyor. Çay etrafında kurulan sosyal birliktelik harika, beni de çaya en çok bağlayan yanlarından biri bu hatta; ancak çayı sadece bir içecek olarak görmemize sebep oluyor diye düşünüyorum. Herkesin kendine has çay demleme metodu olan bu ülkede bazen “çayın ne olduğunu” gerçek anlamda düşünmüyor olabilir miyiz? Bunu çok sıkça düşünüyorum.

 

Bunla ne demek istiyorum?

 

Birçoğumuz gerçekten ne içtiğimizi bilmiyoruz. Ihlamurun “çay” olarak benimsendiği gibi (Evet, ıhlamur çay değildir) gerçek çayın sadece Camellia Sinensis’ten geldiğini bir çoğumuz bilmiyor mesela. Ya da yeşil, beyaz, siyah çayın aslında aynı bitkiden geldiğini sadece farklı şekillerde işlendiğini de çoğumuz bilmiyoruz “çaykolik” bir toplum olduğumuz halde. Oysa bu kadar tükettiğimiz bir şeyin nerden geldiğini, nasıl üretildiğini bilmemiz gerekiyor ki nasıl (ve ne için) yaklaşmamız gerektiğini kestirelim.

 

Günün sonunda aslında çayın çok narin ve özel bir bitki olduğunu ve insanların ustalığıyla birleştiğinde muhteşem bir içecek haline geldiğini benimseyip her çayın ihtiyacını anlamak önemli; çünkü aslında her çayın ayrı karakteristiği, farklı demleme yöntemleri var. Uzakdoğu’da olan disiplin anlayışı, demlemede mükemmellik arayışı; teknik ve zaman ilişkisi bu kadar hassasken biz bu detayları biraz kendi iç güdülerimizle ya da kulaktan dolma bilgilerle şekillendiriyoruz. Damak tadımızın alıştığı şekilde de devam ediyoruz ama teknik olarak doğru mu yanlış mı öğrendiğimizi pek sorgulamıyoruz. Oysa tıpkı iyi bir yemek yapmak gibi çayı da usulünce yapmak tadı ve sağlığı ciddi anlamda etkiliyor çünkü aynen yanık bir yemek gibi, yanlış demlenmiş bir çay da kötü tatla beraber vücudumuza iyi gelmeyen moleküllerin oluşmasına sebep oluyor. Evlerde kendi demlediğimiz çaylar bizim damak tatlarımıza uyuyor; ama gözlemlerime dayanarak (ve üzülerek) söylüyorum ki doğru demlemekten değil çoğunlukla alışkanlıktan hoşumuza gidiyor o tat. Tabi evde taze demlenmiş çay olması durumu bir nebze kurtaran bir faktör ama çayını taze bulamadığımız café, restoranlar için ne demeli?

 

Birçoğumuz için durum dışarda çay içmeye gelince beğendiğimiz çayı bulmak daha da zor bir iş haline gelebiliyor. Restoranlarda, kafelerde çay çoğunlukla yanlış demleniyor; “acı” oluyor, bulanık oluyor ya da “demsiz” oluyor… Bir şeyler oluyor ama o çay “şöyle mis gibi demlenmiş tavşan kanı çay” çok nadir oluyor; çünkü birçok mekân operasyonu ve maliyeti hafifletmeye bakarken bir yandan da çay seçimini diğer sunduğu ürünler kadar seçici şekilde yapmıyor. Bugün, gittiğim en lüks restoran da birçok gastronomi konferansı da servis edilen çaylara karşı yaklaşımı görünce ciddi hayal kırıklığı yaşıyorum.  Peynirin nerden geldiği, etin nasıl piştiği konusu bu kadar hassas bir şekilde ele alınırken nüfusun yüzde 90’ından fazlasının her gün içtiği bir içeceği sadece “çay” olarak ele almak; menülerde yanlış sınıflandırmalarla, yanlış servisle ürününü sunmak böyle bir toplum için eksik efor göstermek gibi hissediyorum.

 

Bugün gerçekten hanesiyle, işletmesiyle doğru çayla ilgili farkındalığın bir nebze artması gerektiğini düşünüyorum; her şeyden önce çayı bu kadar gönülden benimsediğimiz için.

Bir yorum yazılmış

  1. “Evlerde kendi demlediğimiz çaylar bizim damak tatlarımıza uyuyor; ama gözlemlerime dayanarak (ve üzülerek) söylüyorum ki doğru demlemekten değil çoğunlukla alışkanlıktan hoşumuza gidiyor o tat.”

    Kesinlikle katılıyorum. 🙂

    Cevapla

Yorumunuz?

About Ece Erel